Davranışlarımızın arkasındaki etkenler ve tetikleyici unsurlar
Dürtme kelimesini ilk duyduğumda bende bıraktığı izlenim biraz anlamsız ve ekşi gelmişti. Çünkü kelimenin ne tarafa gittiğini, amacını ve hangi işlevlere hizmet ettiğini düşünme noktasında yolun başında olduğumu biliyordum. Genelde, sözlüklerde ilk anlamlarına baktığımızda, bize asıl anlamını sonra 2. Ve 3. Sıraya geldiğimizde çağrışım niyeti taşıyan anlamlarından söz etmekte.
Mesela “Ucu sivri bir şeyle veya elle hafifçe itmek” tamamıyla düz mantıkla düşündüğümüzde kelimenin gerçek anlamını verse de hala arka planda eksik kalan bir şeyler olduğu çok ortada. Bu boşluğa, diğer anlamları eklediğimizde mesela “istenilen şeyi yaptırmak için birine kışkırtıcı söz söylemek, tahrik etmek.” Ve “Uyarmak, ikaz etmek.” Dürtme kelimesi bedene kavuşuyor. Günlük hayatımızdaki hareketlerimizde oldukça rastlanan “Dürtme” hobisi, iletişim kurarken karşımızdaki insana kendi düşüncelerimizi ve değerlerimizi empoze ettirmek ve uygulatmak için gizli bir ikna silahı olarak ele alabiliriz. Sonuçta, insanın zaaflarını ve hassasiyet noktasında tatlı zamanında, kullanılacak doğrulanmış bir dürtü hareketi, insanın referans noktasını yerinden oynatacak, tutum ve davranış setlerini değiştirmeye uzanacak kadar güçlü bir silahtır aslında.
Kısacası, Bir kelime olarak baktığımızda ne kadar ekşi ve basit bir görünüşe sahip olsa da, işlev olarak bir insanı baştan aşağıya değiştirmeye neden olacak kadar etkili bir anlamı olması, ve günlük hayatımızda çoğu zaman “etkin” rol oynayan bir olgudur, Dürtme.
“Doğduğunda büyüme dürtüsü ile, başka bir yerde olma dürtüsü ile doğarsın. Tohumun çiçek olması için uzun bir yolculuğu vardır. Uzun ve zorlu bir yoldur bu. Dürtü güzel. Doğanın kendisi tarafından bahşedilmiştir. Ancak toplum, bugüne kadar, çok kurnazca hareket etmiştir; senin doğal içgüdülerini yolundan saptırıp yönlendirmiş, bazı sosyal faydalara dönüştürmüştür.”
Osho, bu sözleriyle aslında geçmişten günümüze gelen ataerkil leşmiş toplumlara bir atıf yaparak, birey ne şekilde olursa olsun, toplumun kendi süzgeci ve kalıpları içine yerleştirilip o şekle gelene kadar bireyi dürtmeye devam etmekten usanmadığını ve bu kişinin iç dünyası ile dışsal etkinler arasındaki savaşta ortaya çıkan zaafların dışsal etkiler tarafından sosyal fayda olarak kullanılmasından bahsettiğini düşünüyorum. Zaten, Thaler ve Sunstein bu kitapta aslında Osho’nun sözünün ışığında insanları, onların daha sağlıklı, daha zengin ve daha özgür olmalarını sağlayarak, hayatlarını geliştirecek kararlara doğru dürtmek üzerine yeni bir bilim dalı olan seçim mimarisini nasıl uygulayabileceğimiz hakkında çığır açan bir tartışma ortamı yaratmakta. Kitap hakkında genel görüşlere yer verdiğimizde zaten oldukça olumlu geri dönüşler aldığı görülmektedir. Özellikle, Daniel Köhnemenin “Zihinlerimizin ve toplumun birlikte daha iyi işlemesi için neler yapılması gerektiğini görmek isteyen kişilerin mutlaka okuması gereken bir kitap. Bu kitap sizin doğru karar verme gücünüzü geliştirecek ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirecek.” sözü ile Osho’nun görüşünü ele aldığımızda, kitabın bakış açısı ile doğru orantıda yön almakta olduğunu açık bir şekilde görmekteyiz.
Çünkü Thaler ve Sunstein toplumdaki bireylerin kişisel tercihlerini ve özgürlüklerini yaşaması için dogmatik normlarla sınırlandırmak oldukça yanlış olduğunu, kişiler kendi serbestçe düşünce yapısıyla bile toplumun hala güçlü bir yapıda, farklılıkları gözetmeksizin bir arada kalabileceğini söylüyor aslında. Kitabı okuduğum süre boyunca, genel olarak kitap 5 ana ve 18 alt başlıktan oluşmaktadır.
Her kısım kendi içinde günümüzde toplumların varoluş amacını vurgulayan kavramlar yer almaktadır. Ana başlıklarla göbek bağı olan alt başlıklar, ana başlığı derinleştirmek ve konuya hakimiyeti arttırmak amacı taşımakta. Her bir kısmı ve alt başlıkları olmak üzere dikkate değer ve anlamlı örneklerle süslenmiş olmasına rağmen, örneklerin büyük çoğunluğu Amerika ile sınırlı olması bence eleştirilebilecek noktası olabilir. Aslında bir anlamda, Amerika hakkında bazı tutumlarımızı değiştirme konusunda okuyucularını dürtme amacı taşıdığını düşünmeye başlamıştım. Yani, dünya genelinde “kişisel gelişim” adı altında yayımlanan bu eser, konuya hakim olmayan, terminolojiye yabancı olan ve Amerika birleşik devleti genel yapısı haricinde, kültür ve toplumsal işleyişi hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan için gerçekten bazı örnekler anlamsız olacaktır.
Eleştirilecek bir diğer kısım ise, insanları içten içe dürtme sağlanırken bir anlamda insanların zaaflarından yararlanmak etik olup olmadığı tartışılmaması konusunda ikilem olarak özetlenebilir. Elimden geldiğince her bir başlığı ayrı paragraflar halinde incelemeye ve benim değer yargı süzgecimden geçirerek değerlendireceğim.
KISIM I – İnsanlar ve Econ’lar eğilimler ve aptalca hatalar
Shepher’ın 1990’da yapmış olduğu oturma odasındaki iki kahve masası örneğinde belirtildiği gibi aynı boyutta fakat iki farklı perspektifte çizilen iki masa insanın algısında kısa sureli şüphe yaratmakta ve çoğu zaman yanlış cevaplar alınmaktadır. Kitapta bahsettiği gibi, yanlış cevaplar verenler genelde normal insan zekasına sahip, çeşitli yeteneklere sahip olan insanlar olarak örneklendirilebilir. Aslında, durumu biraz yumuşatmak amacıyla Einstein örneği verilmesi önyargıları ciddi anlamda engellediğini düşünüyorum. Bu başlık altında bahsedilen genel anlamda sistematik hatalar yapmak insan oğlunun doğasının bir parçası olduğu, fakat bu hataları aza indirgeyecek çeşitli davranış setleri oluşturabileceğimizden söz edilmekte. Ayrıca, beynimizin çalışma prensibi şaşırtıcı ve etkileyiciden öte bir şeydir aslında. Bazı konularda zeki iken, bazı konularda nasıl cahil olabiliyoruz? Bu tezatlığı anlamak için farklı düşüncelere sahip bilim adamlarının düşüncelerine bakmak lazım. Kitaba göre 2 tür sistem vardır ve ikisi de birbirlerinden kısmen ayrılır. Bunlardan ilki sezgi yoluyla ve otomatik anlayış, doğrudan düşünerek ve mantık yoluyla olandır. Bunlara kısaca, otomatik ve düşünce sistemi deniyor.
Daha net anlamak için, örneğin, “411 ile 37 çarpımı nedir?” diye sorulduğunda düşünce sistemi kullanılırız. İnsanların çoğu zaman yolculukta hangi yolu seçeceğine düşünce sistemimizi kullanırız. Günlük hayatımızda, yüzlerce karar verir, geleceğimizi belirleyecek adımlar atarız. Bunun sonucunda otomatik sistem kullanarak verdiğimiz kararlar daha ağır basıyorsa, “düşünmeden hareket etmek” ve sonuçlarına katlanmak daha ağır gelir insana. Ayrıca, kitapta yer alan yaklaşık hesaplar (demirleme) konusu da, araştırmalar sonucunda açıkça belirtiliyor ki, otomatik sistem ile düşünce sisteminin etkileşimi sonucudur. Sorulan sorular karşısında, insanların ürettiği çeşitli varsayım ve yaklaşık hesaplar sonucu ortaya çıkan demirlemeler mantık çerçevesi dahilinde olduğu sürece dürtüyü destekleyici rol üstlendiği bir gerçektir tabii ki. Bir başka konudan bahsedecek olursak, geçerli olma kuralıdır. Ali Atıf Hoca’nın derste verdiği örnekten yola çıkarsak daha anlaşılır olacağını düşünüyorum. Yangın sigortasını yaptırmak için illaki yangın çıkmasını mı beklemek gerekir? Otomatik sistem sonucu ortaya çıkan riski göze alma insanların sezgisel ve davranışsal olarak kolaya kaçtığının bir göstergesi olarak söylenebilir.
Temsilcilik konusunda bir insanın gidişatından ilerde ne olabileceği hakkında fikir sahibi olmak gibi. Örneğin, Süper Lig’de bir takım üst üste galibiyet alırsa insanlar otomatik sistemini devreye sokar ve hakem sayesinde başarılı olduğunu veya şike suçunu ortaya attıkları görülür. Bir başka düşülen hata olarak ise aşırı iyimserlik ve güven başlığı altında bahsedilmiştir. Mesela, bir eşcinselin AIDS hakkında bilgi sahibi olmasına rağmen bana bir şey olmaz demesi gibi bir şeydir aslında. Türkiye’de özellikle oldukça rasgelmekteyiz bu tarz durumlara. Örnek olarak verecek olursak, 17 ağustos 2000 depreminden önce kimse deprem tehlikesinin farkında değildi ve önemsemiyordu aslında. Yaşanan ölümcül büyüklükteki olaydan sonra “zorunlu” olması aslında bir anlamda insanları olaya karşı sorumluluk yükleyen bir dürtüdür. Yakın zamanda beklenen büyük İstanbul depremine ne kadar hazırız acaba? Bunun cevabını aramaya kalktığımızda, duyacağımız cevaplar aslında daha çok bana bir şey olmaz üzerine olacaktır diye düşünüyorum. Otomatik sistem baskınlığını azaltıp insanları düşünce sistemine doğru dürtmeliyiz aslında. Hayatımızın belli zamanlarında bazı kazançlar ve kayıplar yaşarız.
Genelde kaybetmekten nefret ettiğimiz doğrudur çünkü çoğu zaman kolay ve ya zor yollardan elde ettiğimiz kazançlara yüklediğimiz anlamlar kadar kaybettiğimizde aşırı hayal kırıklığı yaşarız. Bir anlamda, gururlarımız bizi üzüntüye doğru dürttüğünü görmek kaçınılmazdır. Tabii, otomatik sistemi baskın olan insanlara karşı dürtü tasarlama ve düzenlemede oldukça dikkatli olmak gerekir. Kitaptaki kalp rahatsızlığı örneği duruma iyi ışık tuttuğu konusuna katılıyorum. Kalp rahatsızlığı olan birine ameliyat tavsiye ederken, olanlardan 100 kişiden 10u 5 yıl sonra öldü ile yüz kişiden 90ı yaşıyor denmesi aslında daha olumlu sonuç verecektir. Çünkü otomatik sistem ile düşünen insanoğlunu göz önünde bulundurursak eğer. Bu kadar otomatik sistemin ağır bastığı insan oğlunu dürterek, uyararak aslında kurtarma şansımız olacağını düşünmeye ikna oldum.
Yoldan çıkmaya karşı direnmek
İnsan nefsini eğitme konusunda oldukça zorluk çeker çünkü ego insanın arzu ve duygularını kontrol eder ve onlara hep keyif verici şeyler yaptırmayı dener. Bunun sonucunda insanlar çoğu zaman zaaflarına yenik düştüğü görülmüştür. Çünkü o an karşımıza çıkan her hangi bir obje, kişi vs. Bizi tahrik edecek kadar güce sahipse biz zaten ona karşı boyun eğme potansiyeline sahibiz demektir. Ego bizi şehvetle doldurur ve dürtmeye başlar. Kitaba göre, insanların çoğu baştan çıkmanın bir gerçek olduğunu bilir ve bunun üstesinden gelmek için gerekli önlemleri alır. Bunun klasik örneği, Deniz perileri dayanılmaz şarkılarının çekiciliğine kapılan Ulysses hikayesidir. Ulysses soğuk durumdayken , müzikle baştan çıkmamaları için, taylarına kulaklarını balmumu ile tıkamalarını söyledi.
Aynı zamanda adamlarından kendisine direğe bağlamalarını istedi, böylece kendisi müziği dinleyebilecek kadar bağlı olduğu için onun çekiciliğine kapılıp gemiyi perilere yaklaştırmayacaktır. Ulysses bu sorunu başarıyla çözdü. Fakat bir çok zaman çoğumuz için öz kontrol sorunu söz konusudur çünkü tahrik olmanın ve teşvik etmenin boyutunu küçümseriz. Sonucunda ortaya çıkan sonuçların aslında bizi çoğu zaman zor durumda bırakacağını göz önünde bulundurmak gerekir aksi takdirde, geri dönüşü olmayan yollara doğru gidişimiz bile söz konusu olabilir ki; birçok insan zaaflarına yenik düşmeyi kabul etmez ve dürtüleri yok sayma yoluna gidecektir. Öz kontrol stratejileri konusunda kitap oldukça faydalı öğütlerde bulunduğunu gözlemledim. Çoğu zaman insanlar zayıf yönlerini biraz fark ettiğinde dış yardım arama yolunu tercih ederler. Markete gitmeden alışveriş listesi yapmak, sabah erken kalkmak için alarm kurmak gibi. Kötü alışkanlıklar konusunda kendimizi sınırlandırmak için arkadaşlarımızdan yardım istediğimiz zamanların olduğu gibi.
Bir bakıma, planlayıcılarımız bizim eksik olduğumuz konularda bizim davranış setlerimizi değiştirmeye ve yeni davranış setlerine uyum sürecinde bize destek olmaktadır. Fakat insan doğası gereği dizginleme konusunda oldukça otomatik sistem devrede iken sabırsızlık hakimken, sezgisel düşünce yöntemiyle aslında sabır göstermesi gerektiği fikrini içten içe hissetmeye başlar. Kısaca söz etmek gerekirse, çoğu zaman egolar tatmin olmak ve kendi sözünün geçmesini ister. Bunu bilen dış etkenler egoları dürtme konusunda bize üstünlük kurma yolunu seçer. Fakat çoğu zaman, öz kontrolü ele almaya çalışmak bu duruma etkin çözümdür. Yetersiz kalınan durumlarda geliştirilen öz-kontrol stratejileri, tahrik edeni dayanılmaz dürtülerin esiri olmamıza engel olmaya yardımcı olmaktadır. Yazarlar, attığımız her adımın sezgisel çizgide ve tutarlı olması gerektiğini, bunu yaparken öz kontrolümüzün kaybedilmemesi gerektiğini ve yapılan işlerin zihinsel muhasebe süzgecinden geçmesi gerektiğini öğüt vermekteler.
Sürüyü izlemek
Fikir öncüsü, babası, lider vasıfları taşıyan her insana boyun eğdiğimiz su götürmeyen bir gerçektir. Çoğu zaman bu insanlar, liderlik vasıflarını ön plana sürerek insanları kendi istekleri doğrultusunda dürtmeye başladığı bir gerçek. Buna siyasetten, spora hatta popüler kültüre uzanan geniş yelpazede bakabiliriz. Özellikle, insanları kontrol etmek amacıyla din olgusu dürtme amacıyla kullanılan bir olgu olarak öne sürülebilir. Zaten ülkemizde ve dünyada yüzlerce örneğini görmekteyiz. Kitapta verilen örnekte, Rahip Jim Jones Halk tapınağı kurucusu ve lideriydi. 1978’de vergi kaçırma ile suçlanınca, San Francisco’da bulunan bin kişinin çoğunu alarak Guyana’da bir küçük yerleşkeye John kasabası adını verdi. Daha sonra, çocuk tacizleri ve işkence suçlamaları üzerine soruşturma başlatılınca, rahip önce çocukların daha sonra ailelerin birbirlerini zehirleyip öldürmelerini istedi.
Bir çok insan bu fikre karşı çıksa da susturuldu ve sosyal baskıdan dolayı birçok insan hayatına kıydığı ortaya çıktı. Burada, liderlik vasfı ön planda olan bireyin aslında insanları sosyal baskı ve inandıklarını empoze ederek insanları dürtmesi ve dürtünün sonucunu alması aslında “sürüyü izlemek” başlığını daha net açıklamaya yardımcı olmuştur. Yazarlar, başlık boyunca, sosyal dürtülerin gücünden bahsetmiş ve aslında toplu kitleler üzerindeki etkisi konusunda ciddi gücü olduğunu ortaya çıkarmıştır. Örneğin, akranlarının hamile kaldığını gören yirmi yaş altı genç kızların hamile kalma ihtimalleri gibi. Ayrıca, sosyal baskı çoğu zaman insanların verdikleri bireysel kararlar üzerinde de etkilidir. Ünlü psikolog Solomon Asch yaptığı deneyde, bir grupta farklı boyutlarda çizgi çizilmiş ve deneklerden uzun olan çizgi sorulduğunda denek harici deneye katılanlar, deneyin parçası olarak yanlış cevap vermiş ve denek ise sosyal baskı sonucu doğru bildiği halde, cevabını değiştirmiş ve çoğunluğa uymayı tercih etmiştir. Toplumun insanlar üzerindeki sosyal etkisi ve dürtüsü kişilerin tutum ve davranış setlerini belirlemede etkin rol oynadığını söyleyebiliriz.
Dürtülmeye ne zaman ihtiyaç duyarız?
“İnsanların içinde bulundukları durumu kolayca anlatmakta zorluk çektikleri zaman, kolay ve nadir kararlar almak için dürtüye ihtiyaç duyacaktır.” Bu başlığın kilit açıklaması budur bence. Şuan içimde yaşadığım durumu açıklayacak bir hal aslında. Şuan yaşadığım hissiyatları anlatmak için kelime dağarcığım ve edebi bilgi bloklarım çok dar ve arasından kelimeler geçmekte zorlanıyor. Bu durumda, kendimi dürtme amacı taşıdığımın farkındayım aslında. Çoğu zaman, iyi seçimler yapma şansımız olmayabiliyor bu zamanlar aslında doğruya doğru dürtülme hissiyatı ve beklentisi içine girdiğimiz oluyor. Bazı zamanlar geliyor ki, seçim mimarı rolünü üstlendiğimiz zamanlar dürtüleri belirleme görevi bize verildiği zaman en iyi seçim ortamını nasıl hazırlayacağız? Büyük soru işareti aslında. Her neyse, insan olarak biz öz kontrol kapasitelerimizi test edecek kararlar almak zorunda kaldığımız zaman bazı sorunlarla karşılaştığımız gerçek. Seçimleri ve sonuçları ayırdığımız zaman, bazı durumlarda yatırım önce kazançlar daha sonra gelir ki örnek olarak spor yapmak, ileride satmak üzere bir gayrı menkule yatırım yapmak gibi.
Bir de, önce kazançlar elde edip bedelini sonra ödediğimiz durumlar da var. Yılbaşı akşamı ve ya Cumartesi akşamları kendimizi içkiye vermek, sigara kullanımı ilk başta geçici heves ve geçici mutluluk verse de uzun vadeli süreçte insanda oluşturacağı zararları göz önüne alsak bu tarz ön-kazançlı programa yatırım yapma gereği duymazdık diye düşünüyorum. Ayrıca, dürtme sürecinde etkili olan etkenlerden bir diğeri ise zorluk derecesi, sıklığı ve geri bildirimler, neden hoşlandığını bilmek olarak sıralanabilir. Çünkü insanlar zorlandığı bir konu karşısında kendini yetersiz hissettiği anlarda, kendisine bir dürtme yetisine sahip bir kurtarıcı arar ve çözüm yolu bulana kadar denemeye devam eder. – Kişiden kişiye farklılık göstermesi olabilir.- Geri bildirim ve sıklık ise bir insanın bir konu üzerinde yaptığı çalışmalar ve tekrar o insanı başarılı olmaya iten sebepler arasında gösterilebilir. Çünkü, bir insan başarılı oluncaya kadar çalışma hevesi, onu koyduğu hedefe doğru itici güç yani dürtücü olarak ifade edilebilir.
Seçme mimarisi
Seçim mimarilerinde otomatik sistem olarak, sezgilerin ve düşüncenin geri planda kaldığı ve tamamıyla ezbere bağlı davranış setlerinin ön planda olduğu durumlarda çoğu zaman zor durumda kaldığımız olabiliyor. Örneğin, çeşitli renklerin isimlerini başka renk kalemlerle yazmak veya okumak olarak söylenebilir. Bu durum söz konusu olduğunda, genelde otomatik sistemin kurbanı olduğumuz bariz göz önünde oluyor. Hangi rengi görüyorsak, yazılanın aksine o rengi yazılıymış gibi söylüyor olmamız beynimizin bir oyunu mu? Bilemiyorum.
Seçme mimarisi, beklentilere ve davranışlara göre ayrıştırılan, insanın inisiyatifine bırakılan bir komut seti olarak düşünebiliriz. Seçme mimarisi başlığı altında sıralanan 6 maddelik seçme mimarisini oldukça dikkat çekici buldum. Sıralamak gerekirse, teşvikler, planlamayı anlamak, ihmaller, uyar ve bilgilendir – fotoğraf makinalarında - deklanşör tuşuna yarım bastığımızda odaklama sesi ve çekim sonrası uyaran ince sesler, hatayı bekle –örneğin İngiltere’de trafiğin geliş ve gidiş yönlerinin bizim ülkemizden farklı olması, karmaşık seçimler planla – Farklı çeşitlerde sunulan ofis ve çalışma ortamlarından birini seçim yapma aşamasındayken, birinin büyük fakat oturduğumuz yere uzak olması, diğerinin başka artı ve eksileri olması durumları gibi.. Konunun sonunda dikkatimi çeken nokta ise, bu maddelerin baş harflerine baktığımızda ortaya çıkan “NUDGE” kelimesi, akılda kalmasını kolaylaştırmanın yanında, daha bir anlamlı kıldığı fikrini kabul etmeme yardımcı oldu.
KISIM II – Para
2. Kısıma geldiğimizde 1.kısımda bahsedilen insanlar ve econlar ayrımı ortaya çıkmaktadır. Çünkü kitap öğüt verici ve ileriye yönelik sağlıklı kararlar vermemiz konusunda bizi dürtmeye kararlı olduğu düşünülürse, econların tavsiyeye ihtiyacı olmadığından bahsediliyor. Mantıklı sebeplerini dayanak göstermekte haklılar da. Genelde insanlar, günü kurtarmak, yarını düşünmek, emeklilik ve zor durumlarda yardıma koşacak bir gelir kaygısı olmadığı düşünülünce yazarlara hak vermemek elde değil. Fakat, konuya hakim olmayan ve finans terminolojisine yabancılık çeken okuyucu kitlesi için kısmen işkence olabilir bu kısım. Her ne kadar, işletme ve ekonomi üzerine bölüm okusam da, bir zaman sonra oldukça sıkıcı bulduğumu açıkça ifade edebilirim.
Yarın daha çok tasarruf ET
Yazarların tasarladığı bu program mantıklı sebeplere dayanır. Öz kontrol mekanizması kısıtlı olan insanların hep erteleme düşünceleri, tasarruf hevesine kapılıp ama uygulama kısmında çekimser olmaları, para kaybetmekten korkmak yani, uzun vadede değil de, kısa vadede ciddi para kaybı yaşayacaklarını düşünmeleri ve devalüasyon dediğimiz başka bir deyişle, paranın zaman içinde değer kaybetmesi olaraktan söylenebilir. Ekonomi ile ilgilenen insanlar bilir. Genelde yatırılan paranın zaman değeri, zamanla değer kaybeder ve ilk yatırıldığı miktardan fazla bir değişim yaşamaz. Fakat, insanlara oldukça karlı bir yatırım gibi görünmesi bankacıların oldukça başvurduğu yöntemler arasında da gelmektedir aslında. İnsanları dürtme konusunda oldukça çekici ve samimi teklifler onları fazlasıyla etkileyecektir.
En iyi dürtme yolu olarak ise otomatik seçim yaptırmak gösterilebilir. Çünkü insanlara farklı tür emeklilik programları sunmak ve binlerce maddelik form doldurtmak oldukça sıkıcı bir iştir.. Bunun yerine insanlara otomatik ve ya önceden atanmış programlardan bahsedip razı gelip gelmeyeceğini söylemek, hem tasarruf konusunda hem de katılım açısından büyük bir rol oynayacaktır. Bir anlamda, seçenekler dürtücü bir işleve sahip olacak ve insanlar bu dürtü karşısında boyun eğecektir. Aslında, bu iki taraf içinde faydalıdır. Uzun vadede, tasarrufun kime zararı olabilir ki? Yukarıdaki bilgilere dayanarak düşündüğümde, yarın daha çok tasarruf et programı oldukça başarılı olduğu söylenebilir. En azından, programın verdiği mesaj bile başlı başına insanı dürtücü bir rol oynadığını düşününce bende bıraktığı izlenim bu şekilde.
Safça yatırım
Aslında, acemi yatırımcılar hakkında bir başlık izlenimi bırakmıştı ilk okuduğumda.. Çünkü çoğu simsarlar tecrübesiz insanlara yatırım adı altında, ciddi boyutlarda para harcatmak haricinde, kendileri de ciddi boyutta para kazandıklarını söylemek zor olmaz. Ayrıca, genel anlamda düşündüğümüzde insanların kaybetmeye tahammülü olmadığını düşündüğümüzde ve risk alma konusunda pek gönülsüz göründüklerini düşündüğümüzde, “sıcak para” gelme olasılığı oldukça düşüktür. Çeşitli kanallarla yapılan, devlet tahvili, bono veya hisse senetlerinin analizini iyi yapamama sonucu ortaya çıkan sonuçlar yatırımcının saflığına bağlamak zor olmamalı. Örnek olarak, Apple marka olarak zor günler geçirdiği, hisse senetlerinin dip yaptığı hatta Microsoft’un yardım yaptığı dönemlerde yapılacak safça yatırımlar sayesinde şuan milyoner olma ihtimali bile söz konusuydu.
Fakat, safça yatırımların insanların canını yakması ve değerli kağıt sahiplerine kazandırdığı parayı göz önünde bulundurduğumuzda, hükümet ipleri eline almış ve yuvarlanan, insanları kandıran rakamların önüne geçmeye çalışmış ve başarılı olmuştur. Günümüzde, insanların eğitim ve konuya daha yakın olmalarından dolayı planlama aşaması oldukça gelişmiş ve insanların doğru seçim mimarilerine ulaşması karmaşık hedefler ile saptırılmaya başlamıştır ve oldukça zorlaştırılmıştır.
Kredi piyasaları
Kitap, bu kısımda özellikle bilinçsiz borçlanan insanlardan bahsetmiş, özellikle Amerika örneği verilmiştir. Fakat, bu ülkemizde de farksız aslında. Gelirinden çok gidere sahip olan ve kapitalist düzene karşı yenik düşen insanlar, oldukça yanlış borçlanmalar sonucu ciddi sorunlarla karşılaşıyorlar. Bu durumda, intihar vakaları, para tahsil edilememesi sonucu artan faiz oranları insanları oldukça zorladığı su götürmeyen gerçektir. Hoş, bu durumun hükümete ve bankalara verdiği zararı ele aldığımızda rakamlar korkutucu seviyelere ulaşmakta ve cari açık rakamlarını yukarıya çekmekte ve hükümetin dış borçlanmasına sebep olmakta. Bu durumda, ekstra vergiler gündeme gelmekte ve insanlara daha fazla yük bindiğini söyleyebiliriz. Bu bir anlamda, borçlarını ödeyemeyen insanların, sorumluluklarını diğer insanlar arasında paylaştırmak ve onlardan tahsil etmek olarak varsayabilirim. Kredi olarak konut kredisi, okul ve çeşitli ihtiyaç kredileri ve en çok can yakan kredi kartı olarak söylenebilir.
İnsanların son günlerde yatırım yapmaya verdikleri önemi bilen bankacılar daha düşük faizlerle, uzun vadeli kredi teklifleri sunmakta ve bankacılar arasında da rekabet ciddi boyutlara ulaştığını görmekteyiz. Bunu yaparken, kullanıcılara şirin görünmek adına, binlerce kelime oyunu yapmaktan çekinmemeleri de, işin etik boyutunu gözler önüne sermekte. Özellikle, kredi kartı vakaları, kapitalist düzenin en büyük destekçisi olup binlerce insanı tahrik edecek kadar sözlerle süslenerek bir nevi tuzağa çekilmiştir. Bu konuda, hükümetlere büyük iş düşmekte. Türkiye’de kredi kartına, gelire göre sınırlandırma getirilmesi iyi olurdu ayrıca taksit sınırlandırılması getirilmiş olsa dahi insanlar yasağı delmekte zorlanmamışlardır.
Sonuç olarak, hükümetin burada dürten güç olması ve insanları yanlış yönlendiren dışsal etkinlerin etkisini azaltmalı ve bu konulara daha fazla odaklanmış olmalılar. Bu durumun sonucunda, hem insanlar daha doğru kararlar verecek, hükümetin cari açığı daha az olacak ve yakınlaşan seçimlerde, bu dürtüyü bir siyasal malzeme olarak kullanıp diğer dürtüleri harekete geçirebilir. Kısacası, hükümetin alacağı önlemler ve piyasa düzenlemesi, insanları yönlendirmesi yardımcı dürtü görevi görmekte olup uzun vadede getirisi hem insanlar, hem de hükümet için olumlu sonuçlar doğurması ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir diye düşünüyorum.
Sosyal güvenliği özelleştirme: Smorgasbord tarzı
Sosyal güvenliği özelliği özelleştirme fikri aslında kulağa, hükümetin insanlara nasıl sahip çıktığı hakkında fikir vermesi konusunda hem fikiriz. İlk duyduğumda, bir çıkarım yapmakta oldukça zorlandığım bir özelleştirme türü olarak söyleyebilirim. Okuduğum süre boyunca, en sıkıcı bulduğum kısım olarak söylemekten çekinmiyorum. Birkaç kere okuduğum halde yeteri kadar fikir vermediğini düşünüyorum ve bu kısmı geçmeyi uygun görüyorum.
KISIM III – Sağlık
Kitabın asıl amaçlarından ve gayelerinden biri olan sağlıklı karar verme ve sağlığın sürdürülmesi aslında insanların var olması amacının başında yer alır. Eğer sağlık olmaması durumunda ne anlamı var ki yaşamanın? Bu konuda varoluştan itibaren insanlar çeşitli devrimler ve çalışmalar yapmış hatta hükümetler bu konuda faydalı çalışmalara imza attığı söylenebilir.
Aslında, farksız olarak hükümetin sağlık alanında yaptığı faaliyetleri ve bu konularda insanları dürtmek amacıyla yapmış olduğu dürtüleri ele alacağım. Kitabın tabiriyle, serbestçe ataerkil yönetim yandaşları halkın sağlığını geliştirme konusunda sayısız fırsat görürler. Hoş, birçok fırsatı her dönem görmektedirler. Sosyal baskıların da etkisini unutmamak gerekir. Bir çok insan sağlıksız beslenmeden kaçınıp spor yapmaya başlayınca diğer insanlarda spor yapmaya başlayacak olması kaçınılmazdır. İnsanlar kendi yaptıkları yatarımın bedelini kabullendiklerinde yani, kendileri kilo aldığını kabullendiğinde, kilo vermeye çalışanların sayısı da artacak, daha düzenli doktora gidecekler ve sağlıklı yaşam sürdürmekte olup ömürlerini uzatma şansına da sahip olacaklar. Bu konularda, doktorlar iyi seçim mimarlarıdır ve insanların dürtme konusunda oldukça etkili olduklarını söylemekte sakınca yok. Bu konuda insanlara ulaşmaları halinde, çeşitli davranış setlerini değiştirmekte ve yeni edinilmiş tutum kazandırmada etkin rol oynayacağını söyleyebiliriz.
Karmaşık seçim mimarileri çeşitli sorunları da beraberinde getirmektedir. Kitap, Amerika olarak konuyu ele alsa da ben ülkemiz hakkında ele almayı daha mantıklı buluyorum. Gelir dağılımı düzensiz olmasından dolayı ülkemizde birçok hasta oldukça yüksek fiyatlı ilaçlar almak zorunda kalıyor e devlet ilaçlara destek konusunda çoğu zaman yetersiz kalmasını gözlemliyorum. Bu durumda, her ne kadar sosyal kampanyalar ve kamu spotları ile desteklense de, yeni sunulan hizmetler çoğu zaman kitleye ulaşmakta zorluk yaşayacakları çok net ortadadır. Belki yanlış düşünüyor olabilirim ama, kapitalist düzende eşitsizlik ön planda olması sadece gelir dağılımında değil, her konuda birçok insanı zorda bırakması şaşırtıcı bir durum değildir. Günümüzde, hükümet çeşitli atılımlar yaptığı ve bazı fırsatlar sunduğunu görmek güzel. Fakat, ne kadar etkili olduğu noktasında hala şüphelerim var. Sonuç olarak, ülke ismi değişse de, sonuç genel olarak yüksek gelir seviyesi olmayan ülkelerde genelde değişmiyor. En azından, bir İsveç, İspanya ve Almanya gibi sistemi oturtmuş ülkelerde yaşıyor olsak bu konulardan bahsetmek için elimizde belli bir neden olmayacaktı belki de.
Organ bağışları nasıl artırılır?
Organ bağışı, insanların varoluşundan itibaren oldukça önemli yere sahip olan ve insanların ne kadar özverili ve hevesli olduğunu düşünmekte, gönüllü olma konusunda çekimser olmasını çok görmemek lazım. Son günlerde yapılan sosyal kampanyalar sonucunda büyük çapta sonuçlar elde edilmediğini düşünüyorum. Hala binlerce insan makinalara bağlı hayatını sürdürmek zorunda kalması gerçekten acı bir durum. Organ bağışını destekleyen fakat organ bağışı konusunda tereddütleri olan kitle içinde yer almaktan dolayı bazen kendimi kötü hissettiğimi itiraf etmeliyim. Peki ön yargılı olan insanların, ön yargılarını kırıp nasıl onları organ bağışı yapma konusunda ikna edebiliriz yada dürtebiliriz acaba? Bu konuda, otomatik sistem olarak bahsedilen, insanlara önceden seçilmiş seçenekler sunup onlara fikrini değiştirip değiştirmeme konusunda fikri sorulduğunda sonuç ne olacak? Şahsen insanlarda olumsuz bir algı yaratacak ve kendilerini hazır hissetmeyeceklerdir.
Doğduğum tarih olan 1988’den beri 360.000’den fazla organ nakli ameliyatı yapılmış olması ve nakli yapılan organların genelde büyük kısmı ölen insanlardan alınmış olması, yaşamsal boyutta öneme sahip olan organ bağışının ihtiyacını gözler önüne sermekte. Fakat, organ talebi arzından fazla olması istenmeyen sonuçlardan biridir. 2006’dan itibaren yaklaşık 90.000’in üstünde olduğu belirtilmekte. Tabii, bu sayı günümüzde daha korkutucu boyutlara ulaştığını düşünmekten kendimi alamıyorum. Ayrıca, kitaba göre her yıl oran %12 artması da korkutucudur. Teknolojinin gelişmesiyle, aslında dokulardan organ üretilmesi sağlanabilir. Konuya hakim olmasam da, kök hücreden üretilecek organlar aslında birçok kişiye yaşama şansı tanıyacaktır fakat maliyet ve ARGE si, doku ile uyumu konularını ele aldığımızda oldukça riskli bir iştir, fakat insan hayatından daha önemli ne olabilir ki?
Konumuza dönecek olursak, organ bağışı genelde, beyin ölümü gerçekleşmiş insanlardan alınması ve ABD’de 12.000 ile 15.000 arasında bu tür potansiyel bağışçı olmasına rağmen, çok azının organlarından yararlanılması üzücüdür. Milyonları aşan, her saniye binlerce ölüm olan ülkede bu kadar az sayıda destekçi olması, aslında insanların birer bağışçı olarak dürtülmesi gerektiği gerçeğini ortaya çıkartıyor. Her bir insandan, 3 organ alınabilir ve bu her bir insanın 3 insana yaşam sağlayacağını bize göstermektedir. Organ bağışçısının sayısı milyonlara ulaşsa kurtulacak insan sayısını bir düşünün. Toplumsal fayda olarak ciddi anlamda misyonun yerine getirilmesi konusunda vicdanlara iyi hisler armağan edeceği kuşkusuz bir gerçek. İnsanlara organ bağışı yapılmasında tek engel, izinlerdir. Bu konularda getirilecek bazı yasal düzenlemeler binlerce insanın yaşamını sürdürmeye yardımcı olmakla beraber ataerkil düzene fayda sağlar ama serbestçi ataerkil düşünce ile çelişme durumu göz ardı edilemez. Kitaba göre, bazı muhtemel yaklaşımlara göz atmakta fayda var. Açık muvafakat, Amerika ve birçok ülkede geçerli olan bu kural, organ bağışçısının inisiyatifine bağlı olarak bazı izinleri kapsamakta. Fakat, birçok insan gönüllü olmayı kabul etmesine rağmen çok azı harekete geçmiş ve gerekeni yapmıştır. Yapılan anketlerde, neredeyse ankete katılanların hepsi destekçi olduğunu ve kendinin, çocuklarının organlarını bağışlayacağını söylemesine rağmen gerekli adımları atmakta zorluk çektiler. Organ bağışını destekleyenleri sadece %43lük kısmı sürücü belgelerindeki kan grubu kontrolüne izin verdiler ve yüzde 35lik kısmı organ bağış kartını imzaladığı ifade edilmekte. Rakamlar korkunç olmasına rağmen, dürtü eksikliği ve insanlara yeterli bilgi verilmemesinden kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Yazarlar, bu konuda çekimser kalan insanlardan yakınmaları gayet haklı bir sonuç olarak düşünülebilir. Haksız da sayılmazlar aslında. Rutin nakil, bu önceden bahsedilen, önceden belirlenmiş ve ölümü gerçekleşen insanların organının iznine başvurulmaksızın alınması durumudur.
Her ne kadar, acımasızca ve serbestlik karşıtı olsa da, sonuç olarak kimseye zararı olmaması konusunda yazarlara katıldığımı ifade edebilirim. Varsayılan muvafakat, bu varsayıma göre, insanlara bağışçı olup olmayacağı kısıtlı seçeneklerle sunulmuş olup, razı olup olmaması kişinin rızasına bırakılmış olması, kişilerin kendisini sorumlu hissetmesine ve destekçi olmasına yol açacağını söyleyebiliriz. Tek şartlı cevaplar, genel olarak insanlar üzerinde bıraktığı etki oldukça büyük olmakla beraber kayıt sistemiyle razı olanların sayısı oldukça fazla olması insanların dürtü sonucunda birçok tutum değişikliğine zemin hazırlanmasında etkin rol oynadığı söylenebilir. Zorunlu seçim, aralarında en ağır şartlara sahip olandır. Ya evet yada hayır seçeneği olması, tek koşullu kabul seçeneğini ortaya çıkartacak ve insanlar zorunlu olarak kendilerini bağışçı olarak ifade edeceklerdir. Toplumda, bağışçı olmayacağını söyleyen bir insanın maruz kalacağı sosyal baskı, gerçek boyutta kişinin toplumdan soyutlanmasına ve itilmesine neden olma olasılığı yüksektir. Bunun bir diğer örneği ise, seçimlerde oy kullanıp kullanmayacağı sorulan insanların, verdiği cevap sonucu toplumun tutunacağı tutum ve tavırlar ile bağdaştırabilirim.
Dünyayı kurtarmak
İnsan doğası gereği olsun, yaşam biçimi olarak toplumda iyi anılmak ve ölümünden sonra da iyi anılmak ve dünyada iz bırakmak ister. Bu konuda, bir fikir öncüsü olabilir, yaptığı işler ve tutumlarıyla toplum tarafından ismi yaşatılacak olmasına kim karşı çıkar ki? Özellikle, son zamanlarda artan çevresel faktörler ve olumsuzluklar karşısında her insan, kendine çeşitli sorumluluklar yüklemekte olması başarılı bir sosyal kampanyaya bağlı olan dürtüler sonucu ortaya çıkmıştır. İçinde bulunduğumuz on yıllarda, hükümetlerin cesur adımları, hem toplumlar hem de bireylerin üzerinde ciddi sonuçlara yol açmış ve dürtülerin sonuçları faydalı olduğu bir gerçektir. Etkili sonuçların alınmasında, Aktivist grupların çalışmalarını da göz ardı etmemek gerekir. Son yıllarda, özellikle küresel ısınma hakkında yapılan çalışmalar, yapılan anlaşmalar sonucunda, yol alındı fakat istenen seviyede olmaması üzücü bir gerçek.
Dürtü eksikliğine bağlamak ve yeniden düzenlenmiş seçim mimarileri, sonucu geliştirmede etkin rol oynayıp oynamayacağı hala belirsiz. Kitap, bu konuyu tartışmakta ve olumlu gelişmeler halinde, gelişecek durumlardan bahsetmekte.
Çevresel faktörlerin ciddiyetinin artması sonucu, hükümetlerin tutumu dürtülerden ileri taşındı ve serbestçi ruhunu kaybetti. Zaten, serbestçi tutum sergilemek için yeterli zaman kalmadığını görmek ve anlamak için son 10 yıldaki hava ve mevsimsel değişiklikleri incelemekte fayda var. Hükümetler, serbestçi yaklaşmaması, bazı kesimleri endişelendirse de iyi kurgulanmış seçim mimarileri ve teşviklerle iyimserlik katsayısı arttığını savunabilirim. Örneğin, çeşitli yasal düzenlemeler sonucu kurallara uymayanlara ciddi vergi yaptırımları serbestçiliği gölgelese de, gelecek nesillere bırakılacak daha iyi bir toplum düşüncesi açısından ön yargıları kırmakta etkili. Her ne kadar, teşvikler doğru adımlar olarak nitelense de politik anlamda zor olması ihtimali de ortaya çıkıyor. Kitaptaki teze göre, seçmenler yüksek yakıt fiyatlarından şikayet ederken, siyasilerin bu sorunu çözmek için bir araya gelmesi oldukça zor görünüyor. Ne yazık ki, siyaset adı altında yüzlerce sorun ön plana sürülürken böyle önemli sorunlar hakkında oy kaygısı geri plana atılmasına neden olması kaygı verici.
Her neyse, bir diğer konu ise deneyim sahibi olmak. Çoğu firma ve ya organizasyon, olayın ciddiyetini üzerlerinde hissetseler de, çoğu zaman tutum olarak yetersiz kalıyor olmaları hükümetin deneyim kazandırmak ve eğitim konuları üzerine yoğunlaşmasını gerektiriyor. Firmaların, doğaya saldıkları zehirli atıkların, hükümete bildirmesi ve hükümetin bu bilgilerin güvenirliliği doğrultusunda yaptırım uygulaması daha gerçekçi görünüyor. Zaten, aktivist gruplar bu konuda fazlasıyla firmalara fikir verme konusundaki tutumları takdire şayan hareketler. Örneğin PETA, Greenpeace ve diğerleri olarak sıralayabiliriz. Hem ülkemizde hem de dünyadaki, çevreci tutumları olayın boyutunun anlaşılması ve firmaların olası tehlikeler konusunda deneyim kazanmasında etkin rol oynadığını düşündüğümü ifade etmeliyim. En azından, hükümetlerin yetersiz kaldığı dürtüleme konularında, eksiği kapatacak güce sahip oldukları bir gerçek.
Sonuç olarak, yapılan programlar, devletin edindiği tutum ve aktivist grupların hareketleri çevre koruma konusundaki çabaları büyük ders niteliği taşımakta. Bu kadar büyük bir sorun karşısında tutum değiştirmek oldukça zor görünse de, dürtülerin boyutuna bakılmaksızın etkili oluşunu faydalı buluyorum. Yazarların, değindikleri konular bu bağlamdaki seçim mimarileri önerileri oldukça yararlı ve serbestçi ataerkil düşünce yapısı bakımından olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyorum. Dünyayı kurtarmak ve toplumda kalıcı olma fikrine kimsenin karşı çıkmayacaktır ve uzun vadede, hem bireysel hem de örgütsel anlamda kişilerin elinden gelen desteği vereceğinden, sorumluluklar farkındalığının ön planda tutulması konularında şüphe duymadığımı ifade edebilirim.
KISIM IV – Özgürlük
Her birey ve oluşturdukları toplumlar hiçbir zaman özgürlüklerinden vazgeçme noktasında oldukça tutarlı bir davranış setlerine sahiplerdir. Yani, özgürlüklerinden vazgeçme konusunda oldukça isteksizlerdir. Kim özgürlüğünden vazgeçmek ister ki? Özgürlük başlığı altında, sunulan özgürlükler çeşitli başlıklar altında incelenebilir. Fakat, olayın siyasi boyutundan bakacak olursak, hükümetler çoğu zaman ataerkil başka bir deyişle, başına buyruk hareket ederler ve çoğu zaman insanları özgürlük anlamında siyasi görüşleri doğrultusunda kısıtlamaya ve ya tutum değişiklikleri konusunda dürtme hevesi taşır. Aslında, toplumun yapısı, eğitim ve gelir düzeyi bakımından farklılıklar gösterebilir. Özellikle, gelişmiş toplumlarda ataerkil düşünce yapısı, serbestçi tutuma sahip olan insanlar üzerinde seçim mimarilerini etkisiz kılmakta ve dürtülerin boyutuna bakılmaksızın etkisini kaybetmektedir. Yazarların bakış açısından bakarsak eğer, serbestçi ataerkil düşünce yapısı ile uyuşmamaktadır. Kitap, bu konuda 3 tartışmalı konuyu ele almaktadır.
İlk olarak okul seçenekleri, hastaların yanlış tedaviler sonucu yaşadıkları ikilemde edinecekleri tutum ve davranışlar ve evlilik enstitüsü olarak ifade edebiliriz. Günümüzde, oldukça yaygın olan ve insanlar için hayatlarını yönlendirmelerinde yapı taşı özelliği taşıyan bu konuların kısıtlanması veya hükümet tutumuna bağlı düzenlenmesi kişileri çoğu zaman zor durumda bırakmakta ve kişilerin özgürlüklerine gölge düşürmektedir. Olaya ülkemiz gözünden bakacak olursak eğer, toplumsal özgürlüklerin kısıtlanması sonucunda ortaya çıkan olaylar ve tartışmalar, medya manipülasyonları ve sansür ile daha da belirgin hal almış ve insanların özgürlüklerini kazanma amacıyla sosyal baskı kurmaya başlaması ve lobi faaliyetlerine önem verilmesi olarak sonuçlanmıştır. Bu bağlamda, çeşitli siyasi partiler özgürlük konularını seçimlerde koz olarak halka sunulmasını teklif etmiş ve sonuçları hakkında görüşlerini ifade etmişlerdir. Sonuçlarını önümüzde olacak seçimlerde görmemiz söz konusudur. Konumuza dönecek olursak, hükümetler toplumsal düzeni sağlamak dışında, halka çeşitli konularda seçenek sunma görevini edinmiş (seçim mimarları misyonuna sahip) olması beklenir ve bu bağlamda insanlar için önem arz eden konularda oldukça faydalı ve sağlam adımlar atması gerekmektedir. Bu anlamda, tartışılması ve geliştirilmesi gereken konular yazarlar tarafından ele alınmıştır.
Okul seçeneklerini geliştirmek
Toplumdaki her birey çeşitli hedefler çerçevesinde iyi bir eğitim almak, kariyer hedeflerine ulaşmayı kendine amaç olarak belirler. Tabii, devamlı artan nüfus ve insanların merkezi toplumlara yerleşmesi sonucunda ortaya çıkan kentleşme ve nüfus artışı sonucunda çoğu zaman eğitim kurumları yetersiz kaldığı söylenebilir ve insanlar bazı hedeflerini tekrar gözden geçirmek veya değiştirmek zorunda kalırlar. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeleri göz önünde bulundurduğumuzda, eğitim kurumları vizyon olarak daha başarılı öğrencileri okula almak ve isim olarak en iyi okullar arasında yer almak amacıyla rekabet etmektedir. Bu durumda, iyi bir okula girmek için kişiler arasında rekabet artıyor ve insanlar kısıtlı olan yerlere girebilmek amacıyla adeta savaş veriyor. Tabii, gelir düzeyine bağlı olarak durumu iyi olan aileler genelde çocuklarının daha iyi eğitim alma şansına erişiyorlar. Zaten birçok konuda eşitsizlik olan toplumlarda, yeni bir eşitsizlik kuramı daha ekleniyor ve eğitim sorunları baş göstermeye başlıyor. Bu eşitsizlik karşısında hükümetler çeşitli çözüm paketleri sunsa da okullar çoğu zaman yeterli olmadığı için çoğu insan açıkta kalmaya devam ediyor. Tabii, bu olumsuzluklar potansiyel başarıya sahip olan veya iyi bir eğitim alma isteği olan fakat maddi durumu elvermeyen gençleri olumsuz yönde dürtülüyor. Hükümetler çeşitli burslar ile teşvik etmeye çalışsa da, her potansiyeli olan öğrenciye ödenek ayırmıyor olması, o kişinin tutumlarını olumsuza çevirmek için adeta bir neden oluyor.
Bir diğer konu olan, öğretmenler ve çeşitli unvanlara sahip eğitmenlerin yanlış seçim mimarı olmaları, kişilerin potansiyeline olumsuz etki etmektedir. Olumsuz dürtülenen gençlerin olumsuz bakış açıları ve tutumları toplum açısından baktığımızda uzun vadede gelişmesine bile engel olacağı gerçeğini değiştirmiyor. Bu kadar olumsuz dürtülenen insanları üniversiteye olan tutumlarını değiştirmek imkansız değil. Tabii, burada kitap dürtüleme konusunda bence olumluyu dürtüklemeyi arzu ettiğini görüyoruz. Kitap, üniversite hayatına devam etmek istemeyen gençleri dürtüleme amacıyla danışmanların öğrencileri telkin etme amacıyla ilerde daha iyi bir arabaya sahip olacağını yaşam standartlarına erişeceklerini söylüyor. Bir manada, Amerikan rüyasına ulaşma yolu üniversitelerden geçeceğini söylüyor fakat o üniversitelerin kapasitelerinin talebin altında olmasına bir çözüm sunamıyor maalesef.
Madem, uluslararası yayımlanan ve genel kitleye hitap eden bir kitaptan bahsediliyorsa, sadece Amerika da olan nötr olan değerlendirmeleri, olumlu dürtülere çevirmek yerine hükümetlerin talebi karşılayabilmesi ve her bireye eşit eğitim hakkı tanıması hakkında nasıl bir dürtü geliştirilebilir? Nasıl bir dürtü sonucunda her insana eşit eğitim şansı tanınır? Bunun üzerine biraz yoğunlaşması daha gerçekçi sonuçlar elde edileceğini düşünüyorum. Belki de yaşadığım ülkeden dolayı, eğitim eşitsizliğinin acı meyvesinden tattığım için devamlı olumsuzluklardan bahsediyor olabilirim. Fakat kitabın misyonu olan sağlıklı, zengin ve mutluluk sağlayacaklar kararlar verilmesi ilkesine ters düştüğü de söylenebilir.
Hastalar piyango bileti almak için zorlanmalı mı?
Her seçimde olduğu gibi halka sağlanacak hayat sigortalarından bahsedilir. Fakat ne kadar maliyetli bir iş olduğunu herkes göz ardı etmektedir. Çünkü her insan en iyi şartlarda, en iyi şartlar ve cihazlar ile tedavi olmayı ister bu da oldukça maliyetlidir. Aslında, insanlar biraz yaşam tarzına dikkat ederek, sağlıklı beslenerek ve sadece ihtiyaçları olan ürün ve hizmetleri alarak sağlık harcamalarını azaltabilirler. Sadece ciddi durumlarda ve sağlık sigortası yaptırırken, daha ziyade ciddi hastalıkları kapsayan sigorta satın alarak daha avantajlı olabiliriz. Fakat her vatandaş istese de istemese de, ihmalci doktorları dava etme hakkına sahip olmak zorundadır. Yazarlar burada en küçük şikayeti olan vatandaşlara atıfta bulunarak her ufak olumsuzlukta doktorlara başvurulmaması, ciddi hastalıklar durumunda doktora başvurulması gerektiğini dürtü ettiğini hissettim. Yapılan her yanlış tedavide insanlarda bırakılan kalıcı hasarlar karşısında insanların hak araması, aslında doktorlar için dikkatli olmasını sağlayacak ve tedavi sürecinde herhangi bir olumsuzluk çıkmaması için çaba göstermesi üzerine tasarlanan dürtüleme şekli olarak ifade edebiliriz.
Çoğu zaman, sigorta şirketleri hastalara cayma veya vazgeçme hakkı tanırlar. Çünkü, avukat masrafları neredeyse toplam tazminat tutarının 1/3’ü olacağı, davanın seyrinin ne olacağının belirsizliği üzerinden bir anlamda, hastaları dürtülediğini düşünmekteyim. Çünkü, olası bir dava kaybında oluşacak itibar kaybı, hem sigorta şirketi, hem hastane hem de doktor adına kötü imaj olacak ve durumun ciddiyetine göre belki de gündemde yer bile tutacaktır. Yazarlar burada çok çoğu, hastaların sağlığına ve tedavi sürecinde, doktorların daha dikkatli ve doğru tedavi uygulaması ve hataları en aza indirgemesi için dürtülenmesi gerektiğini, olası yanlış tedavi mağduru olan hastaların ise dava etmek yerine mutabakat yaparak anlaşma sağlamalarını daha özgürlükçü bulduklarını ifade etmekteler.
Evliliği özelleştirme
Serbestçi ataerkil düşünce yapısına tam anlamıyla ters düşen ve hükümetin, toplum normları ve ya kendi siyaseti gereği yapmış olduğu düzenlemeler sonucu ortaya sürdüğü modifiyeli evlilik enstitüsüdür. Çünkü toplumlar çoğunlukla dini ve devlet geçmişine göre evlilikleri belirler ve gidişatı onun üzerine kurulur. Dünyada ve ülkemizde din farklılığı hariç diğer kısımlar benzerlik göstermektedir. Resmi ve imam nikahı olaraktan ifade edeceğimiz olgulara kitap karşı çıkmaktadır çünkü devlet kendi işini, dini kurum kendi işini yapması gerektiğini savunur. İlerleyen kısımlarda, evlilik cüzdanını da devletin bağlayıcı bir belgesi olduğunu aslında, cüzdan olmadan bile insanlar kendi aralarında çeşitli sözlü anlaşmalar yapabileceğini söylüyorlar. Fakat, eğitim ve kültür seviyesi ve ya toplumlaşma konusunda eksik kalan toplumlarda, evlilik kurumunu sürdürmek ve iki tarafta eşit şartlara sahip olması nasıl sağlanabilir başka? Sözde kalınca insanlar aksini iddia etme ihtiyacı duyar ve çoğu zaman sonuçlanamayan sonuçlara yol açacağını düşünüyorum. İnsanlar, günümüzde bu kadar materyalist ve maddiyatçı olduğu göz önüne alınırsa şaşılmayacak bir durum olsa gerek. Yazarlar çelişkiye düşmemek için serbestçi ataerkil düşünceyi savunmaya devam etmiş ve daha özgürlükçü yaklaşmışlar.
Evlilik cüzdanını, cinsel ilişkiye girmek, çocuk sahibi olmak isteyen çiftler için bir ehliyet gibi düşünüldüğünü söylemiş, fakat insanlar evlilik yapmadan bile cinsel ilişkiye girebildiklerini, evlat edinme şansı olduklarından da bahsetmiş, gün geçtikçe evlilik cüzdanı önem kaybettiğini savunuyorlar. Aslında, yazarlar bu konuda haklı olduğunu kabul etmek gerek çünkü günümüzde örnekleri oldukça artmaya başladı. Bu özgürlükçü yapıda, eşcinseller de kendine yer bulmakta ve onlara da normal bir çift gibi davranış benimsemeyi öğütlemeyi ihmal etmemiştir. Çiftleri dürtme konusunda yazarlar, evliliklerin eşit şartlara dayalı olması, boşanmalarda oluşan erkek ve ya kadın lehine alınan sonuçlarda ihtiyaç sahibi olan tarafa da yardım edilmesi hususunda hem fikirlerdir. Sadece evlilik konularına yoğunlaşmış kurumlar olmalı ve insanlar bu kurumlarda, üzerlerinde sosyal baskı hissetmeden sevdiği insanla hayatını birleştirmesi gerektiğini söylüyor. Haksız da sayılmazlar. Evlilikler özgürlüklerin kısıtlanması olarak anılır ama iki insan arasında yaşanan sınırsız özgürlüktür. Tamimiyle bakış açısına bağlayabiliriz.
KISIM V – Uzatmalar ve itirazlar
Bu kısımda yazarlar, ataerkil yapıyı savunanlara kaygan yokuştan aşağıya hızla indiklerini hatırlatıyorlar. Yapılan olumsuzluklar ve ya kendi fikirlerine uymayan insanlara karşı ciddi yaptırımlarda bulunmalarının bir fayda sağlamayacağını ifade etmekteler. Sigara içilmesinin engellenmesi, insanları sigaranın komple yasaklanması düşüncesine kapılmasına neden oluyor. Trafik levhalarına ciddi anlam yükleyip, sürücülerin hataları sonucunda ciddi yaptırımlar uygulanması konularını ele aldığımızda yeterince özgürlük ve hür düşünce karşıtı olduğunu düşünmemize neden olduğunu savunur, yazarlar.
Bir düzine dürtü
Bu kısımda oldukça faydalı ve sonucu olumlu olan dürtülerden bahsedilmiş ve tavsiye edilmiştir. Okuduğum süre boyunca oldukça dikkatimi çekti ve faydalı örnekler bulduğumu söyleyebilirim. Özellikle, reşit olmayan genç kızların hamile olmalarından dolayı bir dürtü geliştirilmiş ve hamile kalmadıkları her gün için 1 dolar para verilmiş olması fazlasıyla etkili olmuştur. Bir diğer örnek, klimalarda uyarıcı ışık konusunda olacak. Özellikle filtre değişim zamanı gelen klimalara eklenecek küçük bir ışık filtre değişim zamanında yanması demek, cihazın kullanım ömrünü uzatacak kadar faydalı olabileceğini düşünülmüştür. Ve en çok ilgimi çeken dürtü ise kemirilemeyen oje ve disulfiram dürtüsüdür. Bazı insanlarda olan, tırnak yeme alışkanlığını azaltması beklenen bu oje, kötü ve acı tadıyla tırnak yemek isteyen insanda tiksinç duygusu yaratacak ve tırnak yemesi azalacağı düşünülmektedir. Sonuçları ne olur bilemeyiz ama oldukça faydalı bir dürtü olduğunu düşünüyorum.
İtirazlar
Bu sıkımda özellikle hatlar çekmek ve tanıtma prensibi kısmı oldukça dikkat çekici olduğunu düşündüm. Yazarın paylaştığı örnekte, konser alanında bulunan billboardlarda görünen “DAHA ÇOK SU İÇİN” mesajının ardından destekleyici olarak “BU SICAKTA ÇOK TERLİYOR, SU KAYBEDİYORSUNUZ” mesajı fazlasıyla etkili olmuştur. Zaten ikna ve dürtme konularında destekleyici bir düşünce yoksa ortada insanlar çok fazla ilgi duymaz ve kendini sorumlu hissetmezler. Bu durumlarda, mesaj verilmek istiyorsa destekleyebilmeli ki etkili olabilsin. Aslında, Filozof John Rawls’ın açıklık prensibi kavramı aslında durumun en güzel özetidir bir anlamda. Verilen mesaj oldukça net ve anlaşılır, iyi bir yardımcı mesaj ile desteklendiği için etkisini arttırmış bulunmakta. Diğer bir konu olan, tarafsızlık kavramı hakkında hükümete de öğütler vermeyi ihmal etmeyen yazarlar, oy kaygısı taşımaması gerektiğini söylemekteler ve oy için kendi siyasi görüşlerinden ve duruşlarından taviz verilmemesi gerektiğini ifade etmekteler.Sonuç olarak, dürtme kitabı oldukça etkili ve faydalı bir kitap olduğunu düşünüyorum. Sadece Amerika bazlı örneklemelere yer verilmesi ve bazı terminolojilere yabancı olan insanlar için detaya girilmemesi eksi notları arasında yer alır.
Fakat, akıcı olması, örneklerin ve tezlerin tutumlu olması ve en önemlisi hiç bir başlıkta çelişkiye düşmemesi ve ikilem yaşatmaması oldukça etkileyiciydi. Şahsen, benim bakış açımı değiştirmeye ve bazı konularda fikir değiştirmemin doğru olması konusunda beni dürtülediğini hissettim.
Comments