Uzun uzun düşünüyor belirli bir nüfus, nasıl atlatacağız bu günleri?
Bir kısmı da sıhhatini, belki de daha fazla, ailesini önemsediğinden düşünmeyi 1980 başlarında bırakmış, köşesinde izliyor olan biteni. Bu ülkenin insanlarının neden tavlayı satranca tercih ettiğini bildiklerinden!
Hangisini tercih ettiğiniz veya benimsediğiniz çok önemli değil, kaldı ki tercihler ile yönetemiyoruz hayatta olanı biteni.
Bir önceki yazıdaki Faks cihazına dönecek olursak, bıraktığı izlerin yanı sıra kattığı fonksiyonlar ışığında, henüz görevi bitmedi. Gelen zarları kötüydü diyebiliriz. Veya alınan bir kapıydı sadece, işini yaptı ve köşesine çekildi.
Ama hayatımıza katacağı olumsuz alışkanlıkların sinyali başta belli idi.
‘’Kağıdı bir taraftan cihaza yerleştiriyorsun, birkaç saniye içinde karşı taraftan yine kağıt olarak iletmek istediğin kişinin cihazından çıkıyor. Hem de mesafe fark etmeden. Bir düşünsene!’’ cümlesini ilk bölümü okuyanlar anımsayacaktır.
Yine ilk yazıda o günün olağan grafik hayatının küçük yatırımlarından bahsetmiştim. SCSI HDD mesela, neredeyse bir kadın çantası büyüklüğünde, 4 GB saklama kapasitesi ile olmaz ise olmaz dediğimiz müthiş cihaz. Korkmayın 3,5 inç Floppy disklere kadar gitmeyeceğim :)
Günlerce emek verdiğimiz, alternatifleri ile özenle hazırladığımız çalışmamızı, bir kaç farklı versiyonda, yükler o çantaya (!) heyecanla çıkış almaya giderdik. Ben Mecidiyeköy'de bir firmaya giderdim. Oralardan her geçtiğimde o firmayı halen yerinde ve faal görmek bende tatlı bir tebessüm yaratıyor.
Bol alternatifli alırdım. Bir çıkışta görseli .tif olarak, diğerinde .eps, bir başkasında .jpg vs vs. Çünkü hepsinde rengi farklı çıkardı. Hangisi, bana göre, gerçeğe en yakın ise onu kullanır, yine saatlerce uğraşarak, keser biçer katlar yapıştırır ve maket haline getirirdim.
Hepi topu 5 bilemedin 10 çıkış almak için 2 saat takılırdım o firmada… Tahammül ederlerdi, bu tahammülün temelinde ise emeğime duydukları saygı vardı.
Bugün ise, ancak belirli firmalarda bulduğumuz, renkli lazer yazıcılar hemen her ofiste var ama maket yapan neredeyse kalmadı.
Tüm bunlarla uğraşırken, müşteriniz ile randevunuz çoktan bellidir, saatler veya dakikalar kalmıştır sunum toplantınıza… Ve en az 2-3 saatlik bir görüşmedir o… Gidersiniz, karşınızda eleştirmeye ve beğenmemeye hazır bir grup… Hafif tatlı bir gerginlik!
Teker teker çıkar çantadan maketler. Önce biri 15-20 dk., belki yarım saat anlatırsınız; Neden bu renk, neden bu ikon, neden bu font, peki ya mise-en-page? Sonra diğeri, bir önceki ile arasındaki fark, tüm sebepleri ile irdelenir.
O işi çalışırken yaşadığınız, öğrendiğiniz tüm detaylar birer silaha dönüşür elinizde, karşınızdakini ikna etmek ve işinizi beğendirmek için. Bugün dinlediğiniz TEDx konuşmacılarından daha net, daha keskin ve daha da esprili oluverirsiniz. İşinizin doğasıdır bu. Belki de bu yüzden yeni moda konuşmacılık işi bana hep abartılı gelir. Geçmişte yapmamız gereken işin olağan nitelikleri olarak gördüğümüz ne varsa, bugünlerde çok önemli özellik halini aldı.
Yaklaşık 3 saat sonunda ortak akıl ile, tüm alternatifleri değerlendirilmiş, tüm katkılar sunulmuş, birlikte bir eser ortaya çıkarılmıştır. Bu eser öncelikle DOĞRU olmalıdır. Estetik kaygılardan uzaklaşarak doğruyu bulmak bir kollektif emek sonucu gerçekleşir.
Yani çalışmayı yapan ile çalışmayı değerlendirenin kolektif bir emeği olmadan doğruya ulaşmak mümkün olmaz.
Ama işte o Faks cihazı bu iş kültürüne büyük zarar verdi.
Şimdilerde tüm entelektüel çalışmaların tamamlandığı, fikirlerinizin bilgisayar ekranlarında şekil bulmaya başladığı an, ‘’her şeyin bittiği an’’ olarak nitelendiriliyor.
‘’Hemen gönderin’’ baskısına, randevu talebi ile cevap verseniz de nafile. ‘’Gelip üzerinde konuşmayı, çalışmamızı biraz anlatmayı tercih ederiz’’ dediğinizde ise ‘’Çok yoğunuz buna vaktimiz yok’’ cevabı alırsınız.
Ve emin olun siz de ‘’yokuş yapan’’, ‘’bitirmediği hatta belki de başlamadığı iş için zaman kazanmaya çalışan’’ bir karşı taraf haline geliyorsunuz. Evet ‘’Karşı Taraf’’.
Bir anda Roma'lı şair Vergilius’un Aeneas Destanı’nda Kralın kızı Lavinia gibi hissedersiniz kendinizi. Lavinia bir anti kahramandır! Vergilius’un destanında Lavinia’nın belirgin bir rolü yoktur. Onun için savaşırlar, tüm hikaye etrafında döner ama kendisinin hiçbir şeye hiçbir etkisi yoktur.
Belki yıllarca raflarda yer alacak, üretiminden sevkiyatına yüzlerce ailenin ekmek kapısı olacak bir ürün ile ilgili çalışmalar yaparken Faks cihazına yerleştirdiğiniz kağıt kadar iş ortağısınız maalesef… O gün faks ile giden kağıt ile bugün e-posta ile giden çalışma arasında, teknik olarak olabilir ama niteliği yansıtma anlamında bir fark yok.
E ama kolektif emekten bahsetmiştik.!
İşimizi kolaylaştırmak için hayatımıza giren teknolojiyi, maalesef işimizi geliştirmek için kullanamadığımız gibi, işimizi kolaylaştırma kısmını da yanlış anladık.
O günlerde heyecanla gittiğimiz 3 saatlik bir toplantıda iş sonuçlanırken, günümüzde yüz yüze gelmeye vakit bulamadığımız ve sıcak iletişimi reddettiğimiz için bir çalışmanın sonuçlanması 2-3 ay gibi sürelere varabiliyor.
Hatta işin daha trajikomik tarafı, yine e-postalar üzerinden yaşanan çoklu revizyon süreci sonunda meydana gelen bilmem kaçıncı alternatif ise ilk sunulan çalışmaya o kadar yakın oluyor ki… Harcadığınız emeği ve geçen zamanı düşününce neye acıyacağınızı şaşırıyorsunuz.
Demiştik ya; Neredeydik, nereye geldik, nasıl geldik… Ve belki de nasıl gelmeliydik.
İstesek dahi sıcak iletişemediğimiz bugünlerde yukarıdaki hatalarımızın cezasını daha çok çekmemiz mümkün iken, bu konuları biraz irdelemek istedim.
İstedim de, henüz e-postadayız. Daha da çok var.
E o zaman takibe devam…
Comentarios